İstanbul Hatırası’nda bir martının kanadında, bir dalganın kıvrımında İstanbul’da yaşanmış kırık bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Tarık Şerbetçioğlu’nun yazıp yönettiği oyunda, mekân İstanbul, zaman yüzyıl, aşk her yerde… Meddah hikâyesini anlatmaya başladığında artık sadece söz vardır. Söz, Ali Amca’nın hikâyesine dönüşür. Zamanın imbiğinden süzülür. Gözlerimizin önüne serilir. 20. yüzyılın başlarında İstanbul’dayızdır artık. Yüzyılın başlangıç telaşı, dönüşümün eşiğinde bir imparatorluk, savaşlar, acılar, neşeler… Hepsi iç içe geçiyor. Yürekler heyecanla çarpıyor, heyecanlar Direklerarası’nda alkışlara karışıyor… 22-26 Aralık 2010 tarihleri arasında Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak müzikli oyunda; Toron Karacaoğlu, İbrahim Şirin, Naci Taşdöğen, Tarık Şerbetçioğlu, Ergun Üğlü, Binnur Şerbetçioğlu, Rahmi Elhan, Selma Kutluğ, İskender Bağcılar, Gökhan Eğilmezbaş rol alıyor.
22 Aralık 2010 Çarşamba
Aralık 2010 İstanbul Hatırası Yine Kağıthane de!!!
5 Aralık 2010 Pazar
İSTANBUL HATIRASI ARALIK AYINDA KAĞITHANE DE...
İstanbul Hatırası’nda bir martının kanadında, bir dalganın kıvrımında İstanbul’da yaşanmış kırık bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Tarık Şerbetçioğlu’nun yazıp yönettiği oyunda, mekân İstanbul, zaman yüzyıl, aşk her yerde… Meddah hikâyesini anlatmaya başladığında artık sadece söz vardır. Söz, Ali Amca’nın hikâyesine dönüşür. Zamanın imbiğinden süzülür. Gözlerimizin önüne serilir. 20. yüzyılın başlarında İstanbul’dayızdır artık. Yüzyılın başlangıç telaşı, dönüşümün eşiğinde bir imparatorluk, savaşlar, acılar, neşeler… Hepsi iç içe geçiyor. Yürekler heyecanla çarpıyor, heyecanlar Direklerarası’nda alkışlara karışıyor… 22-26 Aralık 2010 tarihleri arasında Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak müzikli oyunda; Toron Karacaoğlu, İbrahim Şirin, Naci Taşdöğen, Tarık Şerbetçioğlu, Ergun Üğlü, Binnur Şerbetçioğlu, Rahmi Elhan, Selma Kutluğ, İskender Bağcılar, Gökhan Eğilmezbaş rol alıyor.
26 Kasım 2010 Cuma
Kaçırmayın, İzleyin:))))
22-26 Aralık 2010 tarihleri arasında Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak müzikli oyunda; Toron Karacaoğlu, İbrahim Şirin, Naci Taşdöğen, Tarık Şerbetçioğlu, Ergun Üğlü, Binnur Şerbetçioğlu, Rahmi Elhan, Selma Kutluğ, İskender Bağcılar, Gökhan Eğilmezbaş rol alıyor.
Kaçırmayın, İzleyin:))))
22-26 Aralık 2010 tarihleri arasında Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak müzikli oyunda; Toron Karacaoğlu, İbrahim Şirin, Naci Taşdöğen, Tarık Şerbetçioğlu, Ergun Üğlü, Binnur Şerbetçioğlu, Rahmi Elhan, Selma Kutluğ, İskender Bağcılar, Gökhan Eğilmezbaş rol alıyor.
22 Kasım 2010 Pazartesi
İSTANBUL HATIRASI HAKKINDA...
İstanbul Hatırası’nda bir martının kanadında, bir dalganın kıvrımında İstanbul’da yaşanmış kırık bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Mekân İstanbul, zaman yüzyıl, aşk her yerde… Meddah hikâyesini anlatmaya başladığında artık sadece söz vardır. Söz Ali Amca’nın hikâyesine dönüşür. Zamanın imbiğinden süzülür. Gözlerimizin önüne serilir. 20. yüzyılın başlarında İstanbul’dayızdır artık. Yüzyılın başlangıç telaşı, dönüşümün eşiğinde bir imparatorluk, savaşlar, acılar, neşeler… Hepsi iç içe geçiyor. Yürekler heyecanla çarpıyor, heyecanlar Direklerarası’nda alkışlara karışıyor... Fotoğraf ve Videolar : ![]() ![]() | ||
Nazire - ( 5/23/2010 ) Tek kelimeyle mükemmel bir oyun hayran kaldım. mutlaka izleyin kaçmaz!!! Oğuz Barış - ( 5/24/2010 ) 21 mayıstaki promiyerinizi izledim memnuniyetimi kelimelerle anlatmam mümkün değil harika bir oyun gelecek sezonda başarılarınızın devamını dilemek az olur, bence başarı zaten sizinle. hepinizi sevgilerimle kucaklıyorum:) mürvet yıldırım - ( 5/25/2010 ) yaa ben oyunu izledim geçtiğimiz haftasonu.çok da beğendim..söylenen şarkılar da çok güzeldi.Kanlıca ile ilgili bir şarkı vardı..adını yazar mısınız?o şarkıyı bulmaya çalışıyorum.. oğuzhan - ( 5/28/2010 ) süper bir oyun mutlaka izleyin çokbeğeneceksiniz eminim serdar - ( 5/29/2010 ) süperr izleyin aşksanat - ( 6/2/2010 ) çok eğlenceli ve bir o kadar hüzünlü bir aşk hikayesi :) - ( 6/4/2010 ) Görsellikte, Müzik ziyafetinde ve sanatın sanat olduğu bir oyunda mükemmel dakikalar yaşayacaksınız. Mutlaka gidilmeli. Binnur Şerbetçioğlu-nun -Sarı gelin- türküsü muhteşem ötesi nuray,ıraz,melek,kevser - ( 10/11/2010 ) izlerken hem eğlenip hem hüzünlendik sayenizde tiyatro sezonuna çok güzel bir oyunla başladık. sarı gelin türküsü bu kadar mı güzel söylenir tek kelimeyle süperdi.herkesin emeğine sağlık. sevim - ( 10/12/2010 ) gerçekten eğlendik ve üzüldük, emeğinize sağlık... cihan - ( 10/13/2010 ) insanı duygudan duyguya sürükleyen, anlattığı dönemin hissiyatını mükemmel bir şekilde yansıtan harikulade bir oyun. anlattığı meseleye farklı yönlerden yaklaşma metoduna bayıldım. meddah rolünde oynayan sanatçı çok başarılı, oyundaki müzikler yerli yerinde kullanılmış, oyun dekoru dönemi yansıtması açısından çok iyi düşünülmüş. dört dörtlük bir oyun. şükran - ( 10/14/2010 ) bu kadar keyif alacağımı düşünmemiştim,son dakikasına kadar sürdü kefyim.keşke etrafımızda Varsenik Hanımlar dan bolca olsa.neşesiz insan kalmazdı o zaman. Kullanılan müziklerde eşlik etmeden duramıyorsunuz.dekor harikaydı, ben çok teşekkür ederim ,oyuna katkısı geçenlere. BANU KÖKEN - ( 10/15/2010 ) Çok beğendim , deli gibi güldüm , deli gibi ağladım . Makber-de boğuluyordum az kalsın . Duygularım gözyaşlarımla karışık bir topak oluşturup boğazıma çöktü . Keza Sarı Gelin-de öyle . Ali Amca ise zaten öyle ulu bir çınar kiii , konuşmadan dursa bile gözlerinden ve duruşundan her türlü nasibimizi almamamıza imkan yok . Daha ilk sahnede geçipte karşımızda bir asil duruş eyledi , ben yayılmış oturuyor olmaktan utanıp toparlandım. Tüm emeklere sağlık . Esere sağlık . Tüm oyuncuların gönüllerine ve vücutlarına sağlık ... evren - ( 10/15/2010 ) Oyuncuları ,dekoru, seçilen şarkıları ve kareografisi ile gerçekten çok kaliteli bir oyun. Oyunun 1. dakikasından son dakikasına kadar oyunun temposu ve oyuncuların enerjisi zirvedeydi. Emeğe geçenlere teşekkür ederim. Bedra Çığır - ( 10/15/2010 ) Tek kelimeyle Muhteşem... izlemeyenlere tavsiye ederim... İstanbulu neden sevdiğimi bir kez daha hatırlattı bana. hem güldüren hem ağlatan ama her ikisinde de düşündüren çok güzel bir oyun. Kesinlikle izlenmeli... ayşe - ( 10/15/2010 ) dün izledim gerçekten çok başarılı herkesin izlemesini tavsiye ederim Kamil Bilgiç - ( 10/18/2010 ) Bu yıl mutlaka izlenmesi gereken bir oyun.Sahneye konuşu, dekoru çok etkileyiciydi.Müzikal oluşu da ayrı bir artısıydı. emire - ( 10/19/2010 ) pazar izledim muhteşem bir oyun şarkılar çok güzel koreograf da öyle .hele usta oyuncuların da (Toron Karacaoğlu, Selma Kutluğ) o oyunda bulunması ayrı bir tad ve değer olmuş.tebrikler başarılar. sakın kaçırmayın ŞEHZ@DE - ( 10/21/2010 ) sahne arkasındakilerde çok başarılı hele iskender bağcılar ve tarık şerbetçioğlunu giydiren kişiye çok teşekkürler nasılda anında yetişiyor helal olsun genç yeteneğe MAŞALLAH .))))) Şenay - ( 10/23/2010 ) Tek kelimeyle muhteşemmm bir oyun mutlaka izlenmeli tüm oyuncuların emeğine sağlık alkışlamaktan ellerim acıdı harka bir oyunn.......... Vedat Onat - ( 10/24/2010 ) Oyunu geçen hafta seyrettim.Gerçekten çok güzeldi.Bu oyuna emeği geçen herkesi kutluyorum.Toron Karacaoğlu-nun sesi ve oyunculuğu müthişti.Sarı Gelin şarkısını dinlerken ise hepimizin gözleri doldu. Bahar GÜR - ( 11/12/2010 ) Şimdiye kadar dinlediğim en hüzünlü, en güzel ,tüylerimi diken diken eden Sarı Gelin Türküsü... Süper bir yorum. Bir Ankara-lı olarak bu muhteşem oyunu Ankara-da kendi aileme ve arkadaşlarıma da izletmek istiyorum. Hepinizin emeğine sağlık. Anıl Ayvalıoğlu - ( 11/19/2010 ) İSTANBUL HATIRASI;Öncelikle kadrodan bahsetmek istiyorum.Bazı oyuncular sürekli bir arada farklı oyunlarda oynuyorlar.Örneğin;Balıkesir Muhasebecisi,Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe,İstanbul Hatırası.Artık aynı kadroyu görmekten sıkıldım.Oyuna gelince beni eğlendirmedi.Oyun sonunda oturarak alkışlayan bir tek ben vardım salonda.Oyunculuklar ise TORON KARACAOĞLU dışında vasattı.TİYATRO OYUNCULARININ OYUNCULUĞU DİZİ OYUNCULARINDAN FARKLI OLMALIDIR.Her müzikal oyunda olduğu gibi bu oyunda da şarkılarda bazı sözler anlaşılmadı.Toron Karacaoğlu-nun sesini duyurma problemi vardı.E onu da yaşına verelim artık.İskender Bağcılar-ın nefes problemi vardı.Cümleye başlıyor 6-7 replik sonunda nefes nefese kalıyor. Oyunculuklar inanılmaz abartılıydı.Binnur Şerbetçioğlu-nun kantosunu beğenmedim.Daha hareketli olması lazım.Ha bir de oyun içindeki filmde Cavidan Kalfa-yı ve Kasım Efendi-yi göremedik.Broşüre niye yazıldılar?Umduğumu bulamadığım bir oyun İSTANBUL HATIRASI. nurgül doğan - ( 11/20/2010 ) güzel bir tatil gününde istanbulun güzelliğyle yoğrulmuş hem eglenceli hemde hüzün,duyğuyu beraberinde yoğurmuş çok hoş bir oyundu tüm emeği geçenlerin yüreğine sağlık . . . nursel şengül - ( 11/20/2010 ) çok güzel bir oyun kesinlikle tafsiye ediyorum.. nevin - ( 11/20/2010 ) tek kelimeyle mükemmel.. kaçırmayın! NermiN - ( 11/20/2010 ) İstanbul’u Toron Karacaoğlu’ndan dinlemek, başarılı dekor ve kostümlerle oyunun içine girip o döneme gitmek, Sarı Gelin ve Makber’i eşsiz yorumlarla dinlerken müzik ziyafeti yaşamak, kırık bir aşk hikayesiyle hüzünlenip, Binnur Şerbetçioğlu ve Selma Kutluğ’un muhteşem performanslarıyla direkler arası gösterilerinde eğlenmek ‘İSTANBUL HATIRASI’ndan unutamayacağım hatıralar... Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler... Yasin Koç - ( 11/21/2010 ) Oyun ilk dakikadan itibaren sizi alıp götürüyor, hiç olmadığınız, bilmediğiniz ama kitaplardan okuduğunuz eski istanbula tam 100 sene öncesine... kantolar, eski ramazan eğlenceleri, karagöz ile hacivat, eğlenceler danslar, şarkılar türküler ve buruk bir aşk hikayesi... Bu oyun klasiklere geçmeli... Tarık Şerbetçioğlu-na ne kadar teşekkür etsek az. Emeğinize sağlık. |
Kerem Yılmazer'i yitirişimizin 7. yılı:(((
Terör kurbanı tek tiyatrocu...
Kerem Yılmazer, ölümünün yedinci yılında mezarı başında anıldı

İstanbul'da 20 Kasım 2003'te Levent'teki HSBC Genel Müdürlüğü'ne yönelik bombalı saldırıda hayatını kaybeden tiyatro sanatçısı Kerem Yılmazer, Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki kabri başında anıldı. Her yıl kabri başında anılan sanatçıyı sevenleri bu yıl da yalnız bırakmadı. Yaklaşık 15 tiyatro sanatçısı ve ailesi Yılmazer'i gözyaşları arasında andı.
Anma töreninde konuşan Göksel Kortay, her yıl kabir başında eşini andıklarını, üzerinden yedi yıl geçmesine rağmen acısını ilk günkü gibi hissettiklerini söyledi. Eşinin terör saldırılarında ölen tek tiyatro sanatçısı olduğunu aktaran Kortay, "Teröre simge olmasını ve bu olayların artık sonlanmasını istiyoruz. Her izlediğim haberde terör mağdurlarını görünce hüngür hüngür ağlıyorum. Kerem'e yandığım gibi yanıyorum. Kaybolan giden canlara çok üzülüyorum. Allah bu ülkeyi en yakın zamanda terör belasından kurtarsın" dedi.
'HSBC BİNASI, TERÖR KURBANLARI MÜZESİNE DÖNÜŞTÜRÜLSÜN'
İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, konumu itibariyle Türkiye'nin terör saldırılarına maruz kaldığını belirtti. Bu saldırılardan birinde hayatını kaybeden Yılmazer'i anmak için toplandıklarını söyleyen Şamlıoğlu, "Saldırının yapıldığı binanın önünden her geçişimde Kerem aklıma geliyor. Saldırının üzerinden onca zaman geçmesine rağmen bina hala tamamlanamadı. İçin için de hiç tamamlanmamasını istiyorum. Oranın teröre kurban verilenlere yönelik bir anıta dönüştürülmesini istiyorum. Orası bir müze haline getirilmeli ve müzenin adını da Kerem Yılmazer Müzesi olmalıdır." diye konuştu.
Tiyatrocu Tarık Şerbetcioğlu ise yıllardır çok sayıda tiyatro sanatçısını kaybettiklerini fakat Kerem Yılmazer'in ölümünün çok farklı olduğunu aktardı. Yılmazer'in hain bir terör saldırısında aralarından ayrıldığını hatırlatan Şerbetçioğlu, terörün her türlüsünü lanetlediklerini söyledi. Konuşmaların ardından bir din görevlisi eşliğinde dualar edildi.
16 Kasım 2010 Salı
Nostalji 1: Kiralık Konak üzerine Üstün Akmen yazısı
SİYASAL, TOPLUMSAL VE AHLÂKSAL BİR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜ: “KİRALIK KONAK”
ÜSTÜN AKMEN
Merhaba Özdemir Abicim.
Ne özlemişim seni! Geçen hafta pazartesi akşamı “2005 – Afife Tiyatro Ödülleri”nin dağıtıldığı törende özlem gideremedik, ama olsun. Birkaç dakika görüşebilmek dahi benim için önemliydi. Zaten o kalabalıkta kimi gördüm, kimi göremedim, vallahi ayırtında değilim. Ödül alanların çoğunu kutlayamadım bile. Sunucu fiyaskosunun dedikodusunu bile ağız tadıyla yapamadık. Ama Canan Göknil, nasılsa nasıl, geldi buldu beni. Eksik olmasın. Hani sonradan: “Yahu, senin kaşın gözün kalkmış, ben senin bu halini bilirim, pek iyi halin değildir bu halin, ne bu halin,” diye sordun ya!.. Aynı soruyu Dostum Alev (Uçarer) de sorunca, İtalyan Lisesi’nde sınıf arkadaşım Houte Couture Vural (Gökçaylı) da yineleyince “hal-i pür melâlimi arz etmek caiz oldu”.
CANAN GÖKNİL, “ADAB-I MUAŞERET” DERSİ VERİR, AMA ALMAZ
Canan Göknil o hengâmede, anadan doğma babadan olma görgülü olduğunu ima ile, benim kendisine görgü dersi veremeyeceğimden söz etti. Neymiş olay? “Haybeden Gerçeküstü Aşk” oyununu değerlendirirken (Tiyatro… Tiyatro Dergisi – Mart 2005, Sayfa 8) Canan Göknil imzalı kostüm tasarımına sıra geldiğinde: “‘Kadın’ın balayı dönüşü giydiği “pointillé” şifon elbiseye takıldım. Tam bir “robe de soir”. ‘Kadın’, kokteylden ya da akşam yemeğinden mi geliyor; yoksa uçaktan, trenden, otomobilden inmiş, balayı yolculuğundan mı dönüyor,”demişim ya, meğer bu hiddet ve bu celâl ol nedendenmiş. “İsterseniz bir gün bir yerde oturup tartışalım. Burası bu tartışma için uygun bir ortam değil,” dedim, dedim demesine de, herhalde benim bilemediğim yeni görgü kuralları çıkmış olmalı ki, sağına soluna doğru “müstehzi tebessümüyle” salınarak, benim kendisine görgü dersi veremeyeceğim yolundaki fetvasını yeniledi. Yahu Özdemir Abi, şu “eleştirmek” eylemini kimileri neden“elleşmek”le karıştırıyor, vallahi anlamıyorum, anlayamıyorum. Yani, bir oyunu izledikten sonra, oyunun yaratıcılarıyla, alışverişte alanla satanın birbirlerinin elini tutup sıkarak uzlaşmaları gibi yapmaya mecbur muyum? İllâ da Hıncal Uluç gibi: “Kız Canan… (Göknil) o ne şirin kostümler öyle.. Beni de giydirsene!.. (Sabah – 5 Şubat 2005)” mi demeliyim? Canan Göknil, uçakla, trenle, vapurla, otobüsle, her ne ileyse ne, gittiği gezi dönüşlerinde şifon elbise giyiyorsa, bana ne! Tiyatro sahnesindeki tasarımını eleştirirsem ona ne! Bu tür bir eleştirinin “görgü dersi” vermekle almakla ilgisi, ilişkisi ne!
GELELİM KONAĞIN KİRALANMASINA Neyse! İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı “Kiralık Konak”ı göreli epey oldu. Malûm, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilk romanı. Her ne kadar “Yaban”ın popülerliğinin gölgesinde kalmışsa da, işlediği dönemin olgularını ve batılılaşma sürecinde kuşaklar arasında yaşanan çelişki ve çatışmaları gözler önüne sermesi açısından, hem Yakup Kadri’nin, hem de Türk romanının en önemli yapıtlarından biri olarak tanıtıldı bizlere. En azından ben öyle bilirim. Zaten yanılmıyorsam sen de bir kitabında aşağı yukarı aynı sözleri söylemiştin, anımsıyorum. Bu önemli yapıtı Tarık Günersel, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları için sahneye uyarlamış. | ![]() |
Oyunun matine gösterisine gittim Özdemir Abi. Allah seni inandırsın salon “full”. Lise öğrencileri koltukları doldurmuş. Vazgeçtim oyun dergisinden, distribüsyonun fotokopisi bile yok. Öğrenciler, haydi diyelim ki Yakup Kadri’yi biliyor. Ama hiç mi oyunu kim sahneye uyarlamış, yaratıcı kadro kimlerden oluşuyor, sahneye koyarken neler düşünmüş, kimler oynuyor merak etmezler! Etmesinler efendim, nelerine gerek, oturup koyun gibi seyretsinler. Öğretmen de, bir gün sonra “kompozisyon” ödevi verir, “müfredat” programı işler, olur biter. Televizyon programına çıkan, gazetelerde, dergilerde köşe tutan kimi ÇÜK’lerse (Çok Ünlü Kişiler), çocuklarımızın, gençlerimizin tiyatroya gitmediklerinden yakınmalarını sürdürürler.
OYUN NEYİ ANLATIYOR YA DA ANLATMAK İSTİYOR
“Napacağız şimdi” diye düşünürken oyun başladı. Anlatılan olayların yaşandığı dönem, II. Meşrutiyet yılları. Yakup Kadri, daha işin başında eski ve yeni devirler arasındaki farklılıkları sıralamaya başlıyor: “…zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok adetler değişti ... “, “…İstanbul’da iki devir oldu: Biri İstanbulin, diğeri redingot devri...”, “…Osmanlılar hiçbir zaman bu İstanbulin devrindeki kadar zarif, temiz ve kibar olmadılar...“. Gene hemen başlarda, olayların baş kahramanı Seniha’nın (Sevinç Erbulak) dedesi olan Naim Efendi (Toron Karacaoğlu), damadı Servet Bey (Tarık Şerbetçioğlu) ve kızı Sakine Hanım’ın (Binnur Şerbetçioğlu) birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkileri eski-yeni karşılaştırması dahilinde anlatılarak, İstanbul’un sözü edilen bu iki devri seyirciye aktarılıyor.
BAKALIM TARIK GÜNERSEL FOTOĞRAFI NASIL ÇEKMİŞ
Tarık Günersel, romandaki: “Naim Efendi, yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak şöyle dursun, son senelerde artık yazılan ve konuşulan Türkçe’yi de anlamıyordu...”, “Naim Efendi evvela damadı, sonra torunları sayesinde daha nelere alışmıştı...”, “…Biçare adam kızı evlendiği günden beri, aşağı yukarı yirmi senedir, her gün bir eski itiyada veda etmekten ve her gün yeni bir mecburiyete katlanmaktan başka bir şey yapmıyor...”betimlemelerinden anlaşılan Naim Efendi’ye açıkça acımaları pek dikkate almamış. Günersel’in bu tür oyunların uyarlamalarındaki ustalığını bilirim, ama eski dönemden gelen alışkanlıkları, terbiye ve görgüsüyle, yenilikler karşısında Naim Efendi’nin şaşkınlığının, eski-yeni sorunsalının o dönemde yaşayan kişiler üzerindeki etkisinin altını pek çizmemiş gibime geldi. Belki çizmemiş değil, çizmek istememiş, orasını bilemem elbette. Ama yeni devri örnekleyen karakterlerden “züppe“, “…garabet yapan, tatlı su Frenkleriyle düşüp kalkan, yabani ve perişan bir sesle bir takım opera parçaları terennüm eden…” bir kişilik olarak tasvir edilen Servet Bey’i yerli yerine oturtmuş. Servet Bey’i de (her ne kadar Cemil ile Seniha’nın babası olarak biraz genç kalıyorsa da) Tarık Şerbetçioğlu pek isteyerek, yürek koyarak, heyecan duyarak oynayınca, amacına daha bir kolay erişmiş. Servet Bey’in oğlu, Seniha’nın kardeşi Cemil’in (Doğan Alktınel), Beyoğlu gecelerine olan düşkünlüğü, Beyoğlu’nda oturan metresi ve Cemil’in genel davranışının sahnedeki yeriniyse, doğrusu pek tıkız bir biçimde belirlemiş.
GÜNERSEL KARAKTERLERİN ÇİZİMİNDE BAŞARILI
“...Herkesin kendine mahsus bir hayatı vardır. Siz zannediyorsunuz ki, herkes, herkes gibi yaşayabilir. Annem nasıl sizin gibi bu konakta yaşayıp ihtiyarladıysa ben de onun gibi yaşayıp ihtiyarlamaya razı olacağım. Halbuki ben mutlaka kendi hayatımı yaşamak istiyorum...”. Seniha’nın dedesi Naim Efendi’ye, Faik Bey’le (Mert Yavuzcan) olan ilişkisine karışıp, Faik Bey’in babası Ragıp Efendi’yle konuşmaya gittiği için kızgınlığını belirtirken söylediği bu sözlerle, esasında Seniha karakterinin ana hatları çizilirken başarılı olmuş Tarık Günersel. Avrupa’nın şenlik ve aydınlık kentlerinin, Seniha’yı, yani romanın ve de elbette oyunun baş kişisini, büyülü bir surette kendine doğru çekmekte oluşunu; en küçük detayına kadar her tarafını bildiği ve adeta ezberlediği evinden, doğduğu günden beri daima aynı havayı yuta yuta bunaldığını hissettiği bu ülkeden kaçmak; uzaklara, görülmemiş, işitilmemiş yerlere doğru gitmek istemini de iyi aktarmış.
TARIK GÜNERSEL, KİMİ YERLERDE HIZLI MI KONUŞMUŞ
Özemir Abi bilirsin, Seniha’nın kaçmak istediği her şeyi, bunaltıcı ve sıkıcı konağı ve ülkeyi, büyük babası ihtiyar Naim Efendi simgeler. Naim Efendi çok iyi yürekli, sevimli fakat “eski kafalı” bir ihtiyardır. Seniha hayatta en sevdiği varlıktır. Seniha da onu sever, ancak bir yandan da dedesinin onun için düşündüğü hayattan kaçmak istemektedir. Bütün olaylar Seniha ve onun yaptıkları etrafında gelişir. Seniha’nın Faik Bey’le ilişkisi, bu ilişkinin çevrede duyulup ayıplanması, Seniha’nın Avrupa’ya kaçışı, sinir krizleri, Avrupa’da bulunduğu süre içerisinde ondan gelen mektuplar, Naim Efendi’nin torununa para yetiştirme çabaları, Seniha’nın Avrupa’dan dönüşü ve bu dönüşü izleyen olaylar, Seniha’nın gece hayatı ve erkeklerle ilişkileriyle dedesinin bunlara müdahale edemeyip günden güne çöküşünüyse pek bir çabuk anlatmış Tarık Günersel.
Ukalâlık sayma n’olur, bilirsin mutlaka, ama hani anımsatayım istiyorum, romanın ikinci yarısında, yani Seniha’nın Faik Bey’le ilişkisinin noktalanmasından sonra, kuzeni Hakkı Celis (Gökhan Eğilmezbaş) ön plana çıkar. Hakkı Celis, romantik Batılı şairlere tutkun, duyarlı bir gençtir. Seniha’ya da oldum olası aşıktır, onun için şiirler yazmaktadır. Aslında o da “Batı”ya, Batı şairleri yoluyla hayrandır, ancak onun için asıl önemli olan Seniha’dır.
- ...Seniha abla, bizi pişiren ıstıraptır; gezip görmek değildir. Sizden evvel kaç kişi Avrupa’ya gitti geldi. Bunların bazılarının kıyafetlerinde epeyce değişiklik gördüm, fakat ruhlarında ne değişti; bilmiyorum. Bunlar bize oradan, başlarında bir acayip sarhoşluk ve gözlerinde safiyane bir hayretle avdet ettiler. Seniha abla, siz de bunlardan biri misiniz?
- Ooo, daima felsefe! Sen hiçbir zaman hayat adamı olamayacaksın, hiçbir zaman, zavallı Hakkı!
Bunun üzerine genç adam acı acı gülümseyerek yarı ciddi, yarı şaka cevap verdi:
- Öyleyse ölüm adamı olurum.
AÇIK ANLATIMIN YEĞLENMEMESİ “HUSUSU”
Hakkı Celis, bu sözü söyledikten sonra, uzun uzun düşünür. Çanakkale Cephesi’ne giden askerler arasına katılmaya karar verir. Seniha’ya olan aşkı, eski romantizminin anlamsızlığını kavramasıyla bir “memleket aşkı”na dönüşmüştür. Ona göre bu, çok daha anlamlı bir duygudur. Gerçi Seniha, zengin bir diplomatla yapacağı evliliğin bozulmasından hemen sonra, Hakkı Celis’e kendisini gerçekten seven tek kişinin o olduğunu bildiğini söyleyecektir, ancak ertesi gün cepheye gidecek olan genç adam için artık Seniha’nın aşkı çok eskilerde kalmıştır. Yani Hakkı Celis, hâlâ eskiden tanıdığı Seniha’yı sevmektedir, Avrupa’dan döndüğünde bambaşka bir hoppalığa bürünmüş olanı değil. Özdemir Abi, bunlar da, Tarık Günersel’in uyarlamasında bana sorarsan yeteri kadar açık anlatılmamış. Batılılaşma sürecinde özentilik ve aşırılığa kaçıp, bu yozlaşmayı yaşayan karakterlerde hep olumsuz gelişmeler görülmesini, Faik Bey ve Seniha’daki bu kötüye gidiş, bu çöküş, eski değerleri hiçe sayarak bildiklerini okuyan, tutkularının esiri olan batı hayranlarının da ortak çöküşlerini temsil etmesini yeterince verememiş. Yakup Kadri’nin isteği olan, romanda eleştirel boyutta yaklaştığı Doğu-Batı, eski-yeni sorunsallarını ve dönemin yaşayış tarzıyla batılılaşmak adına değerleri yozlaşmış olanları göstermeyi tam anlamıyla aktaramamasının elbette belli nedenleri var. Var olduğuna ben inanıyorum ve az sonra değineceğim. Gene de, karşı olunanın aslında Batı’nın kendisi olmadığını anlatmış. Hakkı Celis’in askere gitmesiyle ilgili bölümlerde çok radikal olmayan milliyetçilik izlerini (eline sağlık) silmiş atmış.
EMMA İLE SENİHA
Özdemir Abi, sana bir şey söyleyeyim mi, Flaubert’in “Emma” karakteriyle Seniha’nın, bir çok, ama pek çok bakımdan benzerlikleri benim “Kiralık Konak”ı lise yıllarımdan bu yana sevmemenin nedenini oluşturmuştur. Her iki karakter de yerlerini yadırgayan, bulundukları yerden bir türlü mutlu olmayan ve sürekli başka bir yerlere gitmek isteyen birer porte çizerler ya! Her ikisini de bulundukları yerde rahatsız eden nedenler benzer nedenlerdir ya! Hep o şatafatlı hayatlara, renkli dünyalara duyulan bir özlemleri vardır ya! İşte bu benzerlikler beni hep rahatsız etmiştir.
BENZERLİĞİN BU KADARINA “OHA OLUYORUM” VALLAHİ
Özdemir Abicim, bir kez daha dikkat ettim de, her iki baş kahramanın başından geçen olaylar ve çevrelerindeki karakterlerin benzerlikleri amma da dikkat çekici haaa! Örneğin Emma sıkıntılar sonunda sinir hastalığına yakalanır ve hava değişikliği tavsiye edilerek kocası Charles tarafından Rouen’a götürülür. Aynı şekilde Seniha da“birbirinden şiddetli iki sinir buhranı” geçirir ve hekimlerin tavsiyesiyle Büyükada’ya, halasının yanına gider. Emma, Vaubyessard şatosunda rastladığı kadınların kendisinden güzel olmadıklarını görür, ancak lüks içinde yaşamalarına ifrit olur. Seniha da, Paris’e gitmek üzere olan Belkıs’ı kıskanır, oysa Belkıs’ın vücudu: “…ne kadar ham ahlat, tavırları ne kadar adî ve giyinişi ne kadar kaba”’dır.
FİZİKSEL TEPKİLER BİLE BENZEŞİYOR BE ÖZDEMİR ABİ
Seniha ve Emma’nın aşık olduklarında gösterdikleri fiziksel tepkiler de birbirine çok benziyor. Örneğin “...Emma zayıfladı, yanakları soldu, siması süzüldü. Siyah çatkıları, iri gözleri, düz burnu, kuş kadar hafif yürüyüşü ve daima sessiz haliyle hayatın üstündeymiş gibi yaşıyor, alnında âdeta ulvî bir kaderin belirsiz izini taşımıyor muydu?” Faik Bey’e duyduğu aşk sonucunda Seniha’da da benzer değişimler gözlenir; “...evvelden rengi yanaklarının uçlarına doğru hafifçe pembe ve şekli değirmiye yakın olan bu yüze sıcak bir solukluk ve narin bir uzunluk geldi. Bakışlarına sert bir süzgünlük ve yürüyüşüne, oturuşuna, kalkışına lâtif bir perişanlık geldi; rüzgârda sallanan dallar gibiydi....” Hatta, iki kadın karakter aşkla ilk olarak doğanın içinde tanışırlar, öyle ki Rodolphe ile Emma ilk kez göl kenarında sevişirlerken, Faik Bey ile Seniha da Büyükada’da deniz kenarında halvet olurlar.
“BU KADARI DA OLAMAZ,” DEME, OLMAZ OLAMAZ
Ya, işte böyle Özdemir Abi, Belki anımsamazsın, ama iki kahramanın etrafındaki karakterler bile benzerlik gösteriyor yahu! Örneğin hem “Madame Bovary”de hem de “Kiralık Konak”ta tek bir kadına aşık iki erkek var. Seniha’ya aşık olan Faik Bey ve Hakkı Celis ile Emma’ya aşık olan Léon ve Rodolphe. Bak sen şu rastlantıya! Amanınnn gııı! Léon ve Hakkı Celis de karakter olarak birbirlerine benzemiyorlar mı sence? Toy, çekingen yapılarıyla kadın kahramanları saf ve masum bir aşkla seviyorlar da seviyorlar. Rodolphe ve Faik Bey ise, pişkin, tutkulu ve maceraperest tipler. Bunun yanı sıra, Emma öldüğünde kocası Charles, Emma’nın aşığı Rodophe ile dost oluyor. Aynı şekilde, Seniha Avrupa’ya kaçtığında da Faik Bey ile Hakkı Celis kardeşleşiyorlar. Gerçi önceleri Hakkı Celis, Faik Bey’den pek hazzetmiyor, onu kıskanıyor, ama ikisinin ortak noktaları olan Seniha’ya duydukları aşk bir şekilde onları bir araya getirmeye yetiyor da artıyor bile.
Bütün bu benzerliklerin yanı sıra, göze çarpan en önemli farklılık, romanların sonunda ölen kişilerde Özdemir Abicim. “Madame Bovary”de Emma ölürken, “Kiralık Konak”ta Seniha değil, Hakkı Celis ölüyor. Seniha ise, yaşamına kaldığı yerden, aynı maskeyle devam ediyor, hatta Hakkı Celis’in öldüğünü öğrendiği eğlence sofrasında aldığı haberden bir an için rahatsızlık duysa da, eğlenmeyi ya da eğleniyor görünmeyi sürdürüyor.
Şimdi bu benzerlikleri ister romanın bütününe mal et, ister etme Özdemir Abi. İstersen: “Yakup Kadri, Seniha karakteriyle, değişen yargı değerlerini, yozlaşmayı, batılılaşmaya çalışırken yitirilen değerleri gözler önüne seriyor,” diye kükre. Benim düşüncem bu, söyleyeceklerim de bu kadar.
KONAĞIN BÜYÜK SALONUNDA YOLLUK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı “Kiralık Konak”ın dekor tasarımını Atıl Yalkut yapmış, ama görsen : “Keşke yapmasaymış,” dersin. Ayol, koskoca Şehir Tiyatroları deposunda halı mı kalmamıştı da, sıradan bir yolluk kullanmış, şaşmamak şaşırmamak mümkün değil! O arka dekor, o koltuk, o sehpa, o masa… Duygu Türkekul’un kostümleri kötü değil; Hüseyin Tuncel’in müziği de kulağa hoş geliyor; Ersin Aşar’ın efektleri de…Murat Işık’ın ışıkları ise “Eh” düzeyinde. Tarık Günersel, sahne düzenini iyi kurmuş. Trafik aksamıyor.
OYUNCULARI SORACAKSIN, BİLİYORUM
Oyunculara geldiğimde, Gökhan Eğilmezbaş Hakkı Celil’i daha incelikli oynamalı derim ben. “Her kafiye bir söz kalıbına dökülürken, hiçbir ölçüye uymayan: ‘Ani bir hamleyle doğdu bir buse’yi de, daha kalıbında söylemeli,”diye de eklerim. Mert Yavuzcan ve Cem Uras, duyguları ifade etmenin gözlerden sonraki durağının yüz ve mimikler olduğunu öğrenmeliler. Yoksa oyuncu olamazlar. Aslıhan Kandemir’in gövdesi ile ruhu, yetmezmiş gibi bir de iç aksiyonu ile dışa dönük hareketleri arasında uyumsuzluk var. Doğan Altınel ne yapmak istiyor, neyi oynuyor, anlayamadım. Alev Oraloğlu, Polonyalı mürebbiye Madam Kronska’da gövdesini yapaylıklara ve gerilimlere karşı başarıyla uzak tutmakta. Kullandığı Alman ve Fransız lehçeleri de iyi. Yeliz Tozan Uysal, gözümü üzerinden ayırmadığım oyunculardan. Neyyire rolü kısa, ama benim umutlarımı kıvılcımlandırmayı sürdürecek yeterlilikte. Meriç Benlioğlu, son derece zarif ve ekonomik bir Belkıs çizerken; Berrin Koper, Selma Hanım’ın tutkusunun doğasını da, kendisine yol gösterecek yöntemi de iyi biliyor. Bir de bağırma tonunu ayarlayabilse… Naci Taşdöğen, çok sevimli bir Ragıp Efendi olmuş.
BİNNUR İLE TARIK ŞERBETÇİOĞLU’NUN BAŞARILARI
Binnur Şerbetçioğlu, babasıyla kocası arasında gelgitler yaşayan Sakine Hanım’ın ruhsal özüne o kadar derinlemesine inmiş ki, Sakine Hanım’ı işte bu nedenle fevkalade detaylı bir çeşitlilik içinde başarıyla canlandırabiliyor. “Bravo” doğrusu… Zaten, ”Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” dalında aday gösterildiği, gerek “10. Sadri Alışık Oyuncu Ödülleri”nde, gerekse “2005 – Afife Tiyatro Ödülleri”nde, ödülü burun farkıyla alamayışı benim en iyi doğrulayıcılarım. Zamaneye ayak uyduran, zenginliğin ve paranın fırsatçılığında ruhunu da soyan Servet Bey’de Tarık Şerbetçioğlu, Servet’in varolan olgularını, o olguların sıralanışını ve birbirleriyle olan dışsal ve fiziksel ilişkilerini öylesine titizlikle saptamış ki, alkışı gerçekten hak etmekte. Onun da, yukarıda andığım iki ödülün “Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” adayları arasında olmamasına hayıflanışım işte bu yüzden Özdemir Abi. “10. Sadri Alışık Oyuncu Ödülleri” seçici kurulunda ben de varım, amaTarık Şerbetçioğlu’nun hakkının yendiğini “aççık seçik” itiraf ediyorum. “10. Sadri Alışık Oyuncu Ödülleri”nde Onur Ödülü”ne değer görülen Toron Karacaoğlu’nu soracak olursan, aynı Toron Karacaoğlu. Aynı titizlik, aynı ciddiyet…
SEVİNÇ ERBULAK FENOMENİ
Sevinç Erbulak’a gelinceee… Sevinç Erbulak, sahne üstündeyken canlandırdığı karakterin bütün arzularını, özlemlerini ve eylemlerini, hareketlerini rol metninin basılı olduğu durağan kağıtlardan değil, gösterimde bulunmayan oyun yazarından da değil, yanı başındaki yönetmenden dahi değil, yaratıcı olarak kendisinden alıyor. Hayatın önüne çıkardığı bütün ‘yüz’lerde aradığını bulamayan Seniha’ya, dışarıda gördüğü peyzaja aldanıp cama toslayan kuşçasına yaklaşıyor. “Kiralık Konak”, esasında Sevinç Erbulak için yepyeni bir aşama olmuş. Daha doğrusu son aşama... Doğal olarak gelecek oyuna kadar…
BU OYUN, ŞERBEÇİOĞLU ÇİFTİ VE ERBULAK İÇİN SEYREDİLİR
Yukarıda andığım yılın iki kurumunun ödülleri arasındaki “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülü adayları arasında adına rastladığımda heyecanım bu yüzdendi. Ödüllerden birini Esra Bezan Bilgin’in, diğerini Dolunay Soysert’in alıp gitmesine hiçbir itirazım yok da, ne bileyim, keşke bir üçüncü ödül daha olsaydı diyesim geliyor içimden.
Önümüzdeki sezon, Tarık Şerbetçioğlu’nu, Binnur Şrbetçioğlu’nu, Karacaoğlu’nu, Sevinç Erbulak’ı beraber seyredelim istiyorum Özdemir Abi. Romanı boş ver, bir heyecanı beraber yaşayalım istiyorum.
Yengemi öpüyorum, gözlerinden “bus” ediyorum.
Sağlıcakla kal
İSTANBUL HATIRASI BAŞLIYOR... Bayramda KAĞITHANE'de:)))
Dünyanın Ortasında Bir Yer, erkeklerin koşullarını belirlediği bir dünyada sıkışmış kadınların öykülerini konu ediniyor. Özen Yula’nın yazdığı M. Nurullah Tuncer’in yönettiği oyun, törelerin, söylencelerin, toprağa dayalı gücün egemen olduğu yörelerin öyküsünü kadınların yaşadıkları üzerinden anlatıyor ve bireylerin ilişkilerindeki öç kavramına dayalı çatışmaları sunuyor. Esra Ronabar, Hüseyin Köroğlu, Eraslan Sağlam, Melahat Abbasova, Ezgi Sümer Yolcu, İrem Arslan Aydın, Tomris İncer, Ümran İnceoğlu, Yonca İnal Eğilmezbaş, Ezgim Kılınç, Nurdan Kalınağa, Pelin Budak, Burcu Çoban ve Pınar Aygün’ün rol aldığı oyun, 18-21 Kasım 2010 tarihleri arasında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde seyirciyle buluşuyor.
Kafes’te, dünyadaki olumsuz gelişmeleri, yaşamın ve bireylerin yozlaşmasını, her şeyin çıkar üzerinde biçimlenmesini protesto etmek amacıyla, evinde kendini bir kafese kapatan Christiano’nun, bir yanıyla da Anton Çehov’un yapıtlarından yola çıkarak, yaşamı anlamaya, kavramaya ve değerlendirmeye çalışması anlatılıyor. Mario Fratti’nin yazdığı Ali Gökmen Altuğ’un yönettiği oyunda; Mert Turak, Tolga Coşkun, Hikmet Körmükçü, Yalçın Avşar, Esra Ede, Murat Taşkent, Caner Çandarlı, Senan Kara rol alıyor. Oyun, 18-21 Kasım 2010 tarihleri arasında Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde…
İstanbul Hatırası’nda bir martının kanadında, bir dalganın kıvrımında İstanbul’da yaşanmış kırık bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Tarık Şerbetçioğlu’nun yazıp yönettiği oyunda, mekân İstanbul, zaman yüzyıl, aşk her yerde… Meddah hikâyesini anlatmaya başladığında artık sadece söz vardır. Söz Ali Amca’nın hikâyesine dönüşür. Zamanın imbiğinden süzülür; gözlerimizin önüne serilir. 20. yüzyılın başlarında İstanbul’dayızdır artık. Yüzyılın başlangıç telaşı, dönüşümün eşiğinde bir imparatorluk, savaşlar, acılar, neşeler… Hepsi iç içe geçiyor. Yürekler heyecanla çarpıyor, heyecanlar Direklerarası’nda alkışlara karışıyor... 18-21 Kasım 2010 tarihleri arasında Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak müzikli oyunda; Toron Karacaoğlu, İbrahim Şirin, Naci Taşdöğen, Tarık Şerbetçioğlu, Ergun Üğlü, Binnur Şerbetçioğlu, Rahmi Elhan, Selma Kutluğ, İskender Bağcılar, Gökhan Eğilmezbaş rol alıyor.
Yüzleşme… Deniz kıyısındaki istasyonda yolları kesişen yalnız insanlar… Bir yanda geçmişe dönük kırgınlıkları ve pişmanlıkları ile geçmişini irdeleyen Züleyha, diğer yanda tek derdi para olan, yaşamı basit sorularıyla anlamlandırmaya çalışan ve umudunu yitirmeyen Yadigâr... İki farklı kültürün insanları olmalarına rağmen, Yadigâr ile Züleyha arasında giderek bir iletişim kurulur ve bir süre sonra her ikisi de yaşadıkları içsel yolculuklarındaki büyük yüzleşmenin farkına varırlar. Arslan Kacar’ın yazdığı oyunu Ali Karagöz yönetiyor. Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde 18-21 Kasım 2010 tarihleri arasında sahnelenecek oyunda; Perihan Savaş, Arslan Kacar, Samet Hafızoğlu ve Orcan Dönmezer rol alıyor.
Merhaba Hoşçakal, yıllar sonra eve dönen Hester’in erkek kardeşi Johnnie’yle yaşadığı birkaç saat süren hesaplaşmasını konu alıyor. Yaşamın savurup attığı bu iki kardeşin yitirdiği aile, çocukluk, sevinç, umut, aşk, adına ne varsa her şeyi sorguluyor. Aile geçmişine dair bireylerin birbirini yıkan sırlarının açıldığı o gecede Hester’i ağır sürprizler beklemektedir. Oyunda; Tolga Yeter ve Ayşen Çetiner Sezerel rol alıyor. Athol Fugard’ın yazdığı Taner Barlas’ın yönettiği oyun, 18-21 Kasım 2010 tarihleri arasında da Üsküdar Musahipzade Celâl Sahnesi’nde seyircilerini bekliyor.
İsrailli yazar Ilan Hatsor’un kaleminden, Filistinli üç erkek kardeşin, savaşın ortasında birbirleriyle yaşadıkları hesaplaşmaları anlatan Maskeliler, 18-21 Kasım 2010 tarihleri arasında Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde seyircisini bekliyor. Taner Barlas’ın yönettiği Maskeliler’de Serdar Orçin, Levent Üzümcü, Mehmet Gürhan rol alıyor.
İstanbul Efendisi’nde, kızına uygun bir damat adayı bulmak için, dönemin batıl inançlarına bel bağlayan bir babanın gülünç durumu anlatılıyor. Musahipzade Celâl‘in yazdığı, Engin Alkan’ın yönettiği oyun, 18-21 Kasım 2010 tarihlerinde Ümraniye Sahnesi’nde seyredilebilir. İstanbul Efendisi’nde; Engin Alkan, Mahperi Mertoğlu, Çağlar Çorumlu, Volkan Ayhan, Zafer Kırşan, Hüseyin Tuncel, Ümit Daşdöğen, Emrah Özertem, Tuğrul Arsever, Cihan Kurtaran, Serkan Bacak, Murat Üzen, Derya Çetinel, Sevinç Erbulak, Selin Türkmen, Berna Adıgüzel, Reyhan Karasu, Çiğdem Gürel, Senem Oluz, Hamit Erentürk, Esra Karabaş, Murat Güreç, Utku Akıncı rol alıyor.
Kasım Ayının Üçüncü Haftasında Yeni Çocuk Oyunu: Karagöz Balıkçı
İBB Şehir Tiyatroları yeni çocuk oyunu Karagöz Balıkçı’yı küçük tiyatroseverlerle buluşturuyor. Özgür Atkın ve Ceren Hacımuratoğlu’nun birlikte yazdığı ve Özgür Atkın’ın yönettiği oyun, 18-19-20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Gaziosmanpaşa Ferih Egemen Çocuk Tiyatrosu Sahnesi’nde…
Emill Alfred Hermann’ın yazdığı Tolga Yeter’in yönettiği Çizmeli Kedi adlı oyun, 20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde seyredilebilir.
Gülşah Gülebenzer’in yazdığı, Semah Tuğsel’in yönettiği Şahmeran, 20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde…
Gökçe Okay Delagrange’nin yazdığı Ece Okay’ın yönettiği Boya Benek oyunu, 18-19 Kasım 2010 tarihlerinde Kâğıthane Küçük Kemal Çocuk Tiyatrosu Sahnesi’nde…
Turgut Denizer’in yazıp yönettiği Benim Arkadaşım Yok, 20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde seyredilebilir.
Adrian C. Mitchell’in yazdığı, Gülsün Siren Kınal’ın oyunlaştırdığı ve Cem Karakaya’nın yönettiği Fareli Köyün Kavalcısı, 20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde…
Caner Bilginer’in yazıp yönettiği Karagöz Geri Döndü adlı oyun, 20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Ümraniye Sahnesi’nde seyredilebilir.
İyi seyirler…
12 Kasım 2010 Cuma
İstanbul Hatırası Hk.
1 Kasım 2010 Pazartesi
Mahallede Balo Vardı...
11 Ekim 2010 Pazartesi
7 Ekim 2010 Perşembe
İstanbul Hatırası oyun eleştirisi

Hak dostum diye başlayıp söze, sürçi lisan edersek affola diyerek devam edelim girizgâhımıza. Şehr-i İstanbul’da meddahımızın ağzından Ali amcanın yaşadıklarını dinlemek üzere yola çıkalım. Bir gayrimüslim ile bir Türk gencinin aşkını anlatan meddahımız kah o günleri yazarken hatıratına, kah o günlere dönüp resimlerini döküyor önümüze o günlerin. Biz de kapılıp seline Ali amcanın anlattıklarının, an gelip üzülüyor an gelip gülümsüyor tebessüm ediyoruz.
Şehir Tiyatroları’nın sezonun sonunda sahneye taşıdığı oyunu, İstanbul Hatırası, Tarık Şerbetçioğlu’nun kaleminden ve rejisinden,Gökhan Aktemur’un dramaturjisinden karşımıza çıkıyor. Geleneksel Türk tiyatrosu motifleriyle süslü, Şehr-i İstanbul’u anlatan meddahın, Ali amca’nın yaşadıklarını aktarmasıyla başlıyor. Ali amcanın gençliğinde yaşadığı bir aşkı, aralarda ülkemizin içinde bulunduğu dramatik savaş acılarıyla beraber hissediyoruz.
Tarık Şerbetçioğlu’nun kaleminden çıkan oyun, arasıra küçük kopukluklar ortaya çıksa da birbiriyle bağlantılı olay örgüsü sayesinde dikkat çekiyor. Özellikle geleneksel Türk tiyatrosu motiflerini ön plana çıkararak, değerlerimizi sahneye taşıması seyirciye ayrı bir keyif veriyor. Sahneye taşınan metnin oyunun yazarı da olması nedeniyle, Tarık Şerbetçioğlu’nun kafasındaki ve kalemindeki her noktayı kolaylıkla ve başarıyla sahnede görüyoruz.
Meddah ve Ali amca rolüyle, Türk Tiyatrosu’nun duayenlerinden Toron Karacaoğlu hocamızın, ilerleyen yaşına rağmen, dimdik ayakta olması izleyenleri ayrı bir gurura sürüklüyor. Her ne kadar zaman zaman sözlerinde bir yavaşlama ve ağdalanma olsa da, ortalama iki saat boyunca hem anlatıcı, hem Ali amca olarak sahne üzerinde performans sergiliyor olması da ayrı bir güzellik.
Oyunun canlı müziklerinin de oyunun bütününe hizmet ederek, akılda kalıcı ve İstanbul denildiğinde bilindik ezgileriyle zihinlere kazınıyor. Oyunun bütünü içinde hiç sırıtmadan, kararında ve dozunda yapısıyla orkestra alkışı hak ediyor. Oyunun müzikleri deyince özellikle İbrahim Şirin’in bir Makber’i var ki içimizi titretiyor. Çıplak sesle söylemeye cesaret isteyen bu şarkının ezgileri İbrahim Şirin’in ağzından kulaklarımızdan yüreğimize doğru akıyor ve mestediyor. Tıpkı Binnur Şerbetçioğlu’nun Sarı Gelin türküsünü muhteşem bir yorumla kulaklarımıza, yüreklerimize akıtması gibi.
Oyunun dekoru hikâyesi gereği İstanbul siluetinden alınma. Oldukça pratik ve kullanışlı, zaman zaman video görüntülerinin de üzerine yansıtılmasıyla, çok amaçlı bir hale bürünüyor. Video görüntülerinde emekli sanatçılarını da unutmayan yönetmen Tarık Şerbetçioğlu’nu bir kere daha tebrik etmeli. Bu noktada küçük bir eleştiri, videonun görüntülerinin aktarıldığı dekor üzerinde kesintiler olması dikkati dağıtıyor.
Oyunun tamamında büyük bir aşk ve şevkle devinen İskender Bağcılar, Naci Taşdöğen, Selma Kutluğ, Ergun Üğlü, Rahmi Elhan, Gökhan Eğilmezbaş, İbrahim Şirin’in gayreti ve başarısı, bir ekip olabilme becerisini göstermiş olmaları, yıllardır Şehir Tiyatroları’nın çatısı altında beraberce çalışıyor olmalarının da etkisiyle ortaya seyir zevki yüksek bir oyun çıkartıyor. Oyunun sonunda selama çıktıklarında alınlarından ve kostümlerinden akan ter de bunun ispatı.
Bütün oyuncuların başarısı yanı sıra, Binnur Şerbetçioğlu’nun performansını ayrıca değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Varsenik rolüyle kâh kanto yapıyor, kâh düettoya çıkıyor, kâh ağlatıyor, kâh güldürüyor. Sarı Gelin türküsünü söylerken tüylerimizi diken diken ederken, oyunun finalinde seyirciyi gözyaşları içinde bırakmayı da ihmal etmiyor. Bir oyuncunun bütün donanımını ortaya döken bu performansını, oyunun sonunda ayakta alkışlanmasıyla alıyor.
Müzikleriyle, kantosuyla, eğlencesiyle ve aşkıyla yeni tiyatro sezonunda kaçırılmaması gereken bir İstanbul hikâyesi. Yeni sezonda bol bol sahnede olması ve İstanbul’da yaşayanların şehirlerine bakışını değiştirmesi dileğiyle.
Cüneyt İngiz
27 Eylül 2010 Pazartesi
MÜJDAT GEZEN ÇOCUK TİYATROSU
SİHİRLİ PASTALAR BAŞLIYOR!!!!!!!!
Funda ÖZDEMİROĞLU ve Aydan GÜNDÜZ’ün yazdığı, Binnur ŞERBETÇİOĞLU’nun yönettiği “SİHİRLİ PASTALAR” adlı çocuk oyunu 01 Ekim 2010 dan itibaren her Cumartesi saat 11:00 de ve her Çarşamba 14:00 de Bahariye de Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda seyircilerini bekliyor..
“ Bir varmış bir yokmuş, güzeller güzeli prensesin yaşadığı bir “Pamuk Saray” varmış. Prensesin Kral babası ülkesini çok iyi yönetirmiş, çok da iyi niyetliymiş. Herkesi ama herkesi çok severmiş. Herkes de Kralını... Ama Kral bir kişiye daha çok değer verip, daha fazla sevip, daha fazla güvenmiş... O da yağcı ve çıkarcı veziriymiş. Üstelik güzeller güzeli prensesi, yani biricik kızını bu vezir ile evlendirmeye karar vermiş.
Ama saraya bir gün “SİHİRLİ PASTALAR”ıyla “Rüzgar” gelmiş. Ve...”
SİHİRLİ PASTALAR
“Çocuk Oyunu”
YAZAN: FUNDA ÖZDEMİROĞLU-AYDAN GÜNDÜZ
YÖNETEN: BİNNUR ŞERBETÇİOĞLU
MÜZİK: GİRAY UYAR
DEKOR-KOSTÜM: ÇOCUK TİYATROSU BİRİMİ
IŞIK- EFEKT UYGULAMA: GİRAY UYAR-KEREM KAYA
OYUNCU KADROMUZ
Ali Rıza Kara- Burcu Hanağasıoğlu- Burcu Kıratlı- Dila Göklü- Dilara Aksüyek- Fırat Sobutay- Gizem İnceoğlu- Gökhan Alkan- İpek Sindelışık- İzzet Başlak- Kerem Kaya- Mehmet Baran Erdoğan- Merih Özel- Tuba Kalyoncu- Tutku Sicimali- Ali Yiğit San-Hazal Kalfa
MÜJDAT GEZEN TİYATROSU
ALTIYOL-BAHARİYE/KADIKÖY
GİŞE TEL: (0216) 449 59 52-53/(0216) 450 0341-42
21 Eylül 2010 Salı
İSTANBUL HATIRASI BAŞLIYOR...
13 Ekim 2010 Çarşamba 15:00-20:30
İki Hafta Kadıköy Haldun Taner Sahnesinde oyunumuzu izleyebilirsiniz...
14 Eylül 2010 Salı
Yeni oyun yeni heyecan:)))
MÜJDAT GEZEN TİYATROSU
“LADES YADA AİLE OCAĞI”
Komedi-Tek Perde
Yazan: Başar Sabuncu
Yöneten: Tarık Şerbetçioğlu
Oynayanlar:
Ömer Gecü
Merve Anlağan
Tutku Sicimali
Çağlar Pekişen
Burçak Kabadayı
Aykut İlhan
Asistanlar:
Simge Altay
Murat Kanak
Bir kadın, bir erkek ve uzatmaları oynayan bir evlilik.
Heyecan arayan mutsuz çift, hayatlarına renk katacak bir arayışa girer. Lades tutuşurlar, ama nesine? 60 dakikalık güldürü sizleri bekliyor. Hem çok eğleneceksiniz, hem de çok eğleneceksiniz…
1Ekim 2010 Cuma günü saat 20:30’dan itibaren her Cuma 20:30, Cumartesi 15:00 ve Pazar 15:00 de Müjdat Gezen Tiyatrosu Savaş Dinçel Sahnesinde.
Biletler Tam 20TL İndirimli 10 TL
Kaçırmayın, üzülürsünüz…
Adres:
Müjdat Gezen Tiyatrosu
Altıyol-Bahariye/Kadıköy
Gişe Telefon:
0 216 44959 52-53
0 216 450 03 41-42